ERDEM DENK

Futbol-Diplomasi

“Futbol”la “diplomasi” arasında enteresan benzerlikler, ortak noktalar var, kimi yazılara da konu olduğu gibi. İkisi de ait oldukları alan içinde belki de en netameli olanları. Genel olarak sporla ilgilenen, spor sevdalısı birisinin futbola biraz “şüpheyle” yaklaşması şaşırtmaz bizi. Sosyal ve/veya beşeri bilimlerle iştigal edenler açısından da “diplomasi (uluslararası ilişkiler)” hemen hemen aynı durumdadır. Televizyonda, gazetede, kahvede ve evde sahip oldukları “popülerlik” ve bunun şekli bir yana neredeyse tamamen “ayağa düşmüş” oldukları da maalesef teslim edilmelidir. İkisi konusunda da öyle bilgi üstüne yorum yapma, fikir sahibi olma vs. hak getire. Mikrofon uzatılan konuşur, çok sıkışırsa bir mikrofon bulur. Bir yanda 4-4-2 taktiği diğer yanda da enerjinin ve hatta suyun “stratejik” kozlar olması meselesi biteviye tartışılır. Dahası, ironik bir şekilde, olaylar “teknik” birer konu seviyesine in(diril)dikçe hakkında konuşan sayısı da artar. Bunun sorumlularından biri de “bilgi”yi entelektüelize edenlerdir tabii ki. Elitist, seçkinci ve uzman diplomatlar ve futbol yorumcuları arttıkça konunun uzmanları bunlarsa ve söyleyebildikleri de bundan ibaretse “bizim neyimiz eksik” düşüncesi “haklı” olarak gittikçe kök salar.

Tuttuğunuz takımın her davranışı ya da vatandaşı olduğunuz devletin her politikası sorgusuz-sualsiz kabul edilmeli, hatta ölesiye savunulmalıdır. Her sorunda haklı olan mutlaka sizsinizdir, size haksızlık yapılmaktadır. Hakem mutlak penaltınızı vermemiştir, zaten o pozisyonda da ofsayt vardır; taraftar da küfretmek, olay çıkarmak zorunda kalmıştır. Diğer devletlerin hasmane tutumlarına hiç girmeyelim. Zaten insan insanın ve devlet de devletin kurdudur. “Biz”i (de) sorgulamaya kalkanların hain, satılmış, “içimizdeki İrlandalı” olması Allah’ın emridir.

Futbolcular profesyonelce davranır, vakit çalmak için kendini yere atar, yerde uzun kalır, atışı geciktirerek kullanır, alenen haksız bir penaltıyı gole çevirmekte bir an bile tereddüt etmez vs. Devlet adamları da diplomatik konuşur, diğerinin tezlerini kibarca “not alır” ki geçiştirilebilsin. Hatta bütün diplomasi karşı tarafın zayıf yerlerinin üstüne gitmeyi ve olur olmaz tüm tezlerimizin arkasında durmayı gerektirir. Âli milli çıkarlar bunu gerektirir.

Yöneticiler, sizin çıkarlarınızın için oradadır ve bunun bilinciyle hareket ederler. Ne yapıyorlarsa sizin için yapmaktadırlar. Kendisi için bir şey isteyen zaten namerttir. Kulüp başkanlığı da tıpkı siyasetçilik ve devlet adamlığı gibi “hizmet makamı”dır, sorumluluğu alma lütfünü gösteren alicenap insanlar bi’zahmet desteklenmelidir. Sorgulamak ancak başka niyetli hizipçilerin işidir.

Taraftar da yurttaş da aslında sürecin nesneleridir, kendileri dışında gelişen olaylar çerçevesindeki tutumları bu nedenle anlayışla karşılanmalıdır, karşılanabilir. Sadece ve sadece onlar adına karar alıp onların çıkarlarının peşinde koşanlara doğru ya da yanlış karınca kararınca destek olmaktadırlar. Ancak, bir yerden sonra -ve aslında bütüncül olarak düşünüldüğünde, her daim- sürecin birer öznesi oldukları da bir gerçektir. Hiçbir şey için değilse bile destekleriyle ve hatta var oluş şekilleriyle süreci meşrulaştırdıkları için. Daha da vahimi, futbol ve diplomasinin ancak böyle olabileceğini alenen veya dolaylı olarak kabul ettikleri, onayladıkları için. Futbolun ve diplomasinin merkezine “insan”ı koymamakta direndikleri, “insan”ı koymaya çalışanları dışladıkları için. Futbolu ve diplomasiyi giderek endüstrileştirdikleri için. Olaylara “seyirci” kaldıkları için. “Sahaya inme”yi köklü bir değişiklik için değil de sadece ve sadece mevcut kokuşmuşluğa katkı sunacak şekilde yaptıkları için. Parayı verenin ya da güçlü olanın haklı olduğunu kerhen de olsa kabul ettikleri için. Şikayetçi olunan düzeni değiştirmenin tek yolunun hak, adalet ve eşitlik talebi değil de güçlü olmak, başa güreşmek olduğunu teyit ettikleri için.

Enstantanelere pilot kameradan (“makro analiz”) bakarsanız her şeyi gördüğünüzü sanırsınız -ki bir bakıma doğrudur. Ama yanıltıcıdır da. Çünkü kamera değiştiğinde anlarsınız ki biraz evvel yan yana durduğunu düşündüğünüz iki futbolcu/devlet arasında aslında ciddi bir mesafe vardır. Ya da tersi: Birbirine uzak gibi görünenler arasında ciddi bir “etkileşim” vardır! Gel gör ki, yer kamerasından da maçın genel gidişatı anlaşılmaz. Sanırım onun için madem maç izlenecek, en iyisi tribüne doluşmaktır, TV başına oturmak değil. En azından bir nebze de olsa etkiniz olsun diye.

Ezcümle, dar, basit, spekülatif, ne olursa olsun kazanma üstüne kurulu ve dahası anti-fairplay iki kurumdan bahsediyoruz. Ama işin vahim kısmı belki de şu benzerlik: İkisi de yuvarlak bir cismi teper (biri meşin bir değil) ve ikisinde de olan o zavallı yuvarlağa olur.
 

Erdem Denk

 

ana sayfa