İnsan Hakları Açısından Türkiye

1 Aralık 2004yazar Erdem Denk

Teşekkür ederim sayın başkan.

Hepsi birbirinden değerli ve insan hakları konusuna yıllarını vermiş konuşmacıların söyledikleri üzerinde bir şeyler söylemekten ziyade izninizle sizi de fazla tutmadan hem Türkiye, hem AB cephesinden birkaç genel noktaya değinmek istiyorum. Bunu yaparken de insan haklarının kendisinden çok AB sürecinde AB ve Türkiye cephesinde yaygın olarak karşılaştığımız kimi davranış/söyleyiş kalıplarına ve bunların Türkiye’de insan haklarının yerleştirilmesine olumlu/olumsuz etkilerine dikkat çekmeye çalışacağım.

Birincisi AB açısından hem artılar hem de eksiler var ortada. İnsan hakları mücadelesi açısından baktığımızda AB’nin ciddi kazanımların olduğu ve hayata geçirildiği bir yer olduğu ortada.  Ancak, aynı zamanda günümüzde bile çok ciddi sorunların da yaşandığı bir yer. Bunu sadece 11 Eylül sonrası yaşanan olaylar ile ilgili olarak söylemiyorum; ondan bağımsız olarak örneğin sosyal politikalar açısından AB içerisinde ciddi tartışmaların ve daha da önemlisi eksikliklerin olduğunu biliyoruz. Azınlıkların durumu da bir diğer konu. Tabii ki kötü örnek, örnek olmaz yani böyle sorunlar ülkemizde insan hakları mücadelesini yavaşlatmak vb. tutumlar için gerekçe olmaz, olamaz; ama böyle bir durum tespiti de kaçınılmazdır. Bunu şunun için söylüyorum: insan hakları mücadelesi bir süreç ve diğer konuşmacıların da bahsettiği gibi toplum içinde insan hakları karşıtları olması belki de olağan/normal. Önemli olan, zorlukların farkında olarak ama kararlı/idealist bir şekilde bu yönde adımlar atmak. AB ülkelerine gelince, yapılan tam olarak bu mudur yani AB ülkeleri hem kendi ülkelerinde hem de özellikle aday ülkelerde insan haklarının ileriye götürülmesi konusunda iyi niyetle davranmakta mıdırlar, öyle zamanlar oluyor ki kuşku duymamak elde değil.

Şimdi AB’nin Türkiye ile ilgili pozisyonunda ise, gördüğümüz kadarıyla AB son dönemlerde şöyle bir ikilem içerisinde. Türkiye’nin AB’ye üye olmasını isteyen aslında AB’nin aklı ve bunun dayanağı da Türkiye’nin “jeo-stratejik önemi”! Bunun insan hakları bakış açısından kabul edilebilmesi olanaklı değil. Kapsayıcılıktan, ortak değerler etrafında buluşmaktan ziyade “stratejik” (yani epey gayri-insanî!) gerekçelerle Türkiye’yi kabule yanaşmak (katlanmak?) insan-merkezli düşünüş açısından ziyadesiyle üzüntü/kaygı verici. Zaten bu bakışın altında galiba AB’nin Türkiye’nin üye olmasını istemeyen kalbi yatıyor. Türkiye’nin aslında “öteki” olarak görülmesi (ki, Türkiye’de de topyekûn Avrupa “öteki”dir) yatıyor. Açıkça ortada ki, Avrupa hala “biz kimiz” sorusunun yanıtını veremiyor ama bu “bilmemek”ten ziyade “söyleyememek”le alakalı. Tabii burada genelleme yanlış. İnsan hakları çerçevesinde düşünerek Türkiye’nin üye olmasını isteyen bir kesim de var AB içinde, ki bu olması gereken. Bunda insani bir yön var, yani gerçekten insanlık değerleri etrafında birleşmeyi düşünmek, buna kendini hazırlama iradesini ortaya koymak vs. Yalnız bu grup hem görece az hem de sesi istisnalar hariç genelde az çıkıyor.

Türkiye’ye karşı olumsuz bakışı maalesef dışarıdan besleyen, (yeniden üreten) gelişmeler de var. İnsan hakları mücadelesi adına bir şeyler söylemeye çalışan insanların sanki olaylara daha farklı bakması ve bunları aşmaya çalışması gerekiyor. Mesela burada medyaya önemli görev düşüyor. Medya, Türkiye’nin imajını kötü anlamda yeniden üreten, sadece olumsuzlukları ve daha da önemlisi farklılıkları ön plana çıkaran, vurgulayan bir tutum (dile ve yöntem) yerine amaç ortaklık ise/olduğuna göre ortak noktaları da vurgulayan, muhatabına üsten bakmayan, aynı hataları geçmişte ve hatta günümüzde kendisinin de yaptığını unutmayan bir tutum almalı (geçmişiyle hesaplaşmayan sağlam bir gelecek kuramaz, ki bu da ayrı bir mesele). Çünkü bu, daha dürüstçe (daha “Avrupalı”!) olacaktır. Kısacası, Türkiye gerçekten hatalarını kabul etmeye hazır olmalı ama Avrupa da “biz de benzer hataları yaptık/yapıyoruz ve bunların tekrarlanmaması için kimi önlemler almaya şu gibi düzenlemeler yapmaya gerek var, hep beraber bir şeyler yapmaya çalışalım” gibi bir dil benimsemek yerine buyurucu, adam edici (medenileştirici?) pozisyonuna düşmemeye dikkat etmeli. Kaldı ki, AB sürecinin sadece belli “öncelikli” konulara sıkışması ama nedense “öncelikli olmayan” olarak gördüğü sosyal politikalar, yoksulluk, işsizlik, eğitim, sağlık gibi geniş kitleleri ilgilendiren son derece önemli konuların neredeyse hiç gündeme gelmemesi hatta önemsenmemesi ya da bunların dar çerçevede ele alınması da ciddi sorunlar/gerginlikler yaratıyor. İlgiler bu konulara da eğilmeli, bu konularda da bir şeyler söylemeli.. Yani üstten bakmak yerine işbirliğinin, karşılıklı anlayışın geliştirilmesi, bizim işimizi çok kolaylaştıracaktır. Çünkü Türkiye toplumunun geniş kitlelerine çok daha rahat ulaşılacaktır. Daha da önemlisi, “insan hakları” kaybettirilen toplumsal sempatisini ancak böyle kazanabilecektir.

Türkiye’yle ilgiliyse değinmek istediğim iki nokta var: birincisi biz geçmişte gerçekten çok ciddi hatalar yaptık; hatta yapmaktayız da… Geçen 12 yaşında bir çocuk terörist diye öldürüldü. Haklı olarak etle tırnak gibiyiz dediğimiz kimi kesimlerimize, genel olarak da farklılıklarımıza pek kardeşçe davranmadık. Ve, tabii işkence sorunu var vs. Bu tür ciddi ve toplumumuzu içten kemiren (hatta bölücü!) hatalarımızla yüzleşmek zorundayız. Geçmişe, bize dair güzelliklerle övünmek yetmiyor, hatta aslolan bu tür övünmeler değil, güzellikleri yaşatmak, bu yolda çaba sarf etmek. Yani, söylemde kalmamak gerekiyor; en önemlisi de hesaplaşmak… Sorunları halının altına süpürmekle sadece kendimizi kandırıyoruz.

Bununla da bağlantılı olarak benim asıl söylemek istediğim temel şey de şu: biz insan hakları konusunu bir şekilde AB üzerinden tartışmayı bırakmak zorundayız. Çaba sarf etmeliyiz. Fakat insan hakları başlı başına farklı bir şey. Biliyorsunuz, idam cezasını bile AB istiyor diye kaldırdık. İdam cezası neden iyi ya da kötü diye tartışmadık. Aslında hiçbir sorunu böyle tartışmadık. Bunun acelemiz olmasıyla da ilgisi yok; bu biraz toplumun her kesiminin bir şekilde benimsediği üstten devrimci alışkanlığımızdan ve bunun da altında yatan kompleksli elitist bakışımızdan kaynaklanıyor. Oysa, insan haklarının toplum için toplumla birlikte geliştirilmesi, tartışarak yani belki ağır ama sağlam adımlarla ilerletilmesi gerekiyor. Bu, bizim geleceğimiz açısından, gelişmemiz açısından çok önemli.. Çünkü biz her sorunu AB üzerinden, AB böyle istiyor diyerek çözmeye kalktığımız sürece ancak ve ancak demokratik kurallara kavuşuruz ama hiçbir zaman demokrasiye kavuşamayız. Önemli olan, bu tür konularda toplumsal tartışma, uzlaşma ve içselleştirmedir. Bir taraf “bu millet ancak böyle adam olur” der, diğer tarafsa “insan hakları” kavramına bile alerji duyarsa geniş kitleler, yani insan hakları mücadelesinin hem öznesi hem de nesnesi olan toplumumuz zor ikna edilir duruma gelmek bir yana konuya yabancılaştırılır. Olmakta olan da bu değil mi zaten? İnsan hakları kavramı bile birçok insan için itici, kötü çağrışımları olur bir hale geldi, daha doğrusu getirildi. Dahası, mevcut insan hakları mücadelesi anlayışı çoğu durumda haklarını savunduğunu iddia ettiği gruplara zarar verdi; kuşkusuz bu çarpıklığa neden olan toplumsal “hasletlerimiz”i göz ardı etmemek lazım ama aktif insan hakları mücadelecilerinin dil ve yöntem konusundaki yanlış tutumları da göz ardı edilecek gibi değil.

Bu çerçevede son olarak dikkat çekmek istediğim bir şey var: hem Batı’da hem de bizim gibi ülkelerde çok duyulan bir söylemdir, temel insan hakları söz konusu olduğunda bunların beli bir bölgenin, kültürün, medeniyetin (“Batı”) ürünü olduğu ima ve iddia edilir. Bu, en başında insanın kendisine hakaret etmesidir. İşkenceye karşı çıkmayı, yaşam hakkını savunmayı, adaleti vb. her yerde olduğu gibi bu topraklarda da bulabilirsiniz; solcusu, sağcısı hiç fark etmez. Ayrıca, bunları “Batı değeri” olarak etiketlemek biraz “abartma/iltifat” (Batıcı) olacaktır ki ortada böyle ideal bir Batı’nın bulunmadığını söylemeye gerek bile yoktur.

 

Bundan sonraki insan hakları mücadelesinde toplumu daha fazla işin içine katan bir yöntem benimsenmesinin, hem AB için, hem bizim için daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

 

* “İnsan Hakları Açısından Türkiye”, Bursa Belediyesi Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu, 11-12 Aralık 2004, Bursa (müzakereci).